2 Kasım 2022 Çarşamba

NÜKLEER ENERJİ

 

Nükleer enerji, üç nükleer reaksiyondan biri ile oluşur.

 Bunlar füzyon (atomik parçacıkların birleşme reaksiyonu), fisyon (atom çekirdeğinin zorlanarak parçalanması) ve yarılanma (çekirdeğin parçalanarak daha kararlı hale geçmesi) olarak sıralanıyor.

 Nükleer enerjinin ve radyoaktivitenin tarihi 19. yüzyılın sonuna, Fransız fizikçi Henri Becquerel’in çalışmalarına dayanıyor.

 Albert Einstein 20. yüzyılın hemen başında kütle ve enerji arasındaki ilişki üzerine ünlü “e=mc2” teorisini açıklarken, bu teorinin ispatı 1934 yılında İtalyan fizikçi Enrico Fermi’nin nükleer fisyonu keşfiyle gerçekleşti.

 Sonraki 10 yıl içinde nükleer enerji alanındaki gelişmeler atom bombasının icadı ve II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Japonya’nın Hiroşima  ve Nagasaki kentleri üzerinde kullanılmasına yol açtı.

 Savaşın bitmesinden sonra nükleer enerjiden elektrik enerjisi üretimi üzerine araştırmalar hız kazandı.

 1990 yılları arasında nükleer enerji kullanımı hızla artarken, 1988 yılında Ukrayna’da yaşanan Çernobil faciası sonrası bir yavaşlama dönemine girildi.

 2000’li yıllarda düz bir çizgi izleyen nükleer enerjiden elektrik üretimi, 2011 yılında Japonya, Fukuşima’da gerçekleşen kazanın ardından önemli ölçüde düşerken, “nükleer rönesans” beklentileri en azından orta vadede gündemden çıktı.

 Nükleer enerji maliyetlerindeki artış ve projelerin inşa süreleri ile maliyet tahminlerindeki büyük sapmalar, bu projelerin ekonomik değerlerinin de sorgulanmasına yol açıyor.

 Örneğin Finlandiya’da 2005 yılında inşaatına başlanan Olkiluoto 3 Nükleer Santrali’nin açılış yılı 2009’dan 2018’e ertelendi.

 Nükleer enerji, 2014 yılında küresel birincil enerji talebinin %4,8’ini, elektrik enerjisi üretiminin ise %10,6’sını sağladı.

     Nükleer enerjiden elektrik üretiminde en yüksek pay, %33 ile ABD’ye ait.

ABD’yi Fransa izliyor.

Fukuşima’dan sonraki dönemde Almanya, Fransa, İsveç ve Japonya’da nükleer enerji kullanımın azaltılması ve/veya tamamen devreden çıkarılmasına dair politikalar benimsendi.

Uygulamada ise bugüne kadar karışık sonuçlar söz konusu.

 Günümüz itibariyle faaliyette olan nükleer enerji santrallerinin tümü nükleer fisyon reaksiyonuna dayanıyor.

  Çalışmalar, nükleer füzyon ile 3-4 kat daha fazla enerji üretme potansiyeli olduğunu gösteriyor.

 Bunun yanı sıra zincirleme reaksiyon etkisi ve yüksek radyoaktiviteye sahip atıkların olmaması sebebiyle nükleer füzyonun nükleer fisyona kıyasla daha güvenli ve çevresel açıdan daha temiz bir teknoloji olduğu savunuluyor.

Füzyon teknolojisinin ticari kullanıma uygun hale getirilmesi için bilimsel çalışmalar halen devam ediyor.

 Nükleer enerjinin Türkiye’deki hikayesi de, 1950’lerin ikinci yarısına kadar uzanıyor.

 1956 yılında Atom Enerjisi Komisyonu’nu kuran, 1957 yılında Birleşmiş Milletlere bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) üyesi olan Türkiye’de, neredeyse 60 yıllık bir sürecin farklı dönemlerinde gerçekleştirilen çeşitli ihaleler ve denemelere rağmen henüz bir nükleer santral faaliyette değil.

 Türkiye ve Rusya Federasyonu ile 2010 yılında imzalanan anlaşma ile Mersin Akkuyu’da 4800 MW kurulu gücüne sahip bir santralin yapılması kararlaştırıldı.

 İkinci nükleer santral projesi Japon Mitsubishi firması ve Fransız AREVA’nın başını çektiği bir konsorsiyum ile Sinop’ta planlanırken, üçüncü nükleer santral projesi için subasar ormanlarıyla bilinen  İğneada’nın adı geçiyor.

2019 yılında Akkuyu NGS’de test üretimi aşamasına geçilmesi, Sinop’ta inşaat çalışmalarının başlaması, üçüncü santral için ise sahanın belirlenmesi ile önfizibilite ve yatırım çalışmalarının başlatılması mevcut resmi hedefler kapsamında bulunuyor.

 Uluslararası Enerji Ajansı başta olmak üzere ana akım kurumlar, emisyon azaltımı hedeflerine erişilmesi için nükleer enerjinin, yenilenebilir enerji teknolojilerine eşlik edebileceğini savunuyor.

 Doğa koruma ve sürdürülebilirlik perspektifinden ise fosil yakıta dayalı tesislerin nükleer enerji santralleri ile ikamesi, bir çevresel problemin diğeriyle ikamesi olarak nitelendiriliyor.

 Nükleer hammaddenin çıkarılması, işlenmesi, atıkların bertarafı gibi süreçlerdeki sızıntı riski, radyoaktif atıkların nerede depolanacağı ve nasıl bertaraf edileceğine dair sürdürülebilir çözümlerin halen bulunamamış olması ve nükleer enerjinin fazlasıyla pahalı bir opsiyon olması nedenleriyle bu teknolojiyle aktarılacak milyarlarca doların enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji gibi daha sürdürülebilir enerji teknolojilerine aktarılması gerektiğinin altı çiziliyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  YAVAŞ ŞEHİRLER   Cittaslow hareketi 1999 yılında İtalya’nın Toskana bölgesindeki Greve in Chianti’nin eski belediye başkanı Paolo Satu...