GEZEGENSEL SINIRLAR
İnsan oğlunun birbirine derinden bağlı döngü (su,
karbon, fosfor vb.) ve yer sistemlerini tarihte ilk kez etkileyebilecek
veya dönüştürebilecek denli etkin bir aktör konumuna gelip gelmediği (yani
adına Antroposen denebilecek bir jeolojik devir başlatıp başlatmadığı)
tartışmaları devam ederken, hatırı sayılır bir kısım bilim insanı bu
tartışmaya Gezegensel Sınırlar kavramı ve bu alandaki araştırmaları
ile katkı sağlıyor.
Gezegenimizde bildiğimiz anlamda hayatın
devamlılığına, tarımın başlangıcına ve insan türünün günümüzdeki refah düzeyine
çıkmasına olanak tanıyan koşulların döngü ve yer sistemlerinde yaklaşık
olarak son 10.000 yıldır (yani Holosen adı verilen jeolojik devrede) devam
eden görece stabil durumun payı büyüktür.
Johan Rockström ve Will Steffen’in başını çektiği bir
grup akademisyen 2009 yılında “İnsanlık İçin Güvenli Bir Faaliyet Alanı”
başlıklı çalışmaları ile tüm dünyanın dikkatlerini üzerine çekti
ve sürdürülebilir kalkınma için yeni bir paradigma değişimine
ihtiyaç olduğunu ilan etti.
Sosyoekonomik sistemlerin (yani kısaca insanların)
gezegenin kritik sınırlarını zorlayacak ve hatta bu sınırları ihlal edip geri
döndürülemez olumsuz sonuçlar yaratabilecek faaliyetlere devam etmesi
halinde bildiğimiz şekli ile yaşamın tehdit altında olacağını belirten
bilim insanları “Gezegensel Sınırlar” adı verilen yeni bir çerçeve sundular .
Sistem düşüncesi bağlamında değerlendirilebilecek
bu çerçeveye göre özellikle kritik sınırı öne çıkaran bilim insanları, yaşamı
ve refahı güvence altına almak istiyorsak (tıpkı Holosen boyunca
olduğu gibi) 4’ünü daha şimdiden ihlal ettiğimiz bu sınırların içerisinde
kalmamız gerektiğini belirtiyorlar.
Bu sınırlar:
Stratosferik Ozon (tabakası)
incelmesi,
biyoçeşitlilik bütünlüğünün
bozulması,
kimyasal kirlilik ve alışılmışın dışında
maddelerin gezegen döngülerine karışması,
iklim değişikliği,
okyanusların asidifikasyonu,
temiz su kaynaklarının tüketilmesi ve küresel su
döngüsünün bozulması,
insan faaliyetlerinden kaynaklı arazi
bozunumu/değişimi,
biyosfere ve okyanuslara azot ve fosfor taşınımının
bozulması,
atmosferik aerosollerin birikiminin iklim
sistemine etkisinden oluşuyor.
Bu sınırlara dair hala pek çok bilinmeyen mevcut
olmakla beraber, özellikle eşik noktalarına dair belirsizlikler
insanoğlunun daha da ihtiyatlı davranması gerektiğine dikkat çeker.
2009’daki bu çalışma (ve 2015
güncellemesi) sürdürülebilirlik kavramına yeni bir yaklaşım
getirmiş olmasının yanı sıra küresel çapta farklı ölçeklerdeki yönetişim
ve politika pratikleri üzerinde de yankılar oluşturdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder