1 Aralık 2022 Perşembe

 YAVAŞ ŞEHİRLER

 

Cittaslow hareketi 1999 yılında İtalya’nın Toskana bölgesindeki Greve in Chianti’nin eski belediye başkanı Paolo Saturnini’nin inisiyatifiyle yaşam kalitesini yükseltmek  amacıyla kentlerin kendilerini değerlendirmelerini ve farklı bir kalkınma modeli ortaya koymaları fikrinden çıkmıştır.

İlk buluşmada yer alan Slow Food ağı kurucusu Carlo Petrini ile 4 küçük ilçe olan Chianti, Orvieto, Bra ve Positano belediyelerinin imzaladığı metin, Cittaslow hareketinin de temelini atmıştır.

 Tüketim odaklı bir yaşamın insanlara mutluluk ve huzur getirmediği gerçeğinden hareketle, yeni yaşam biçimleri konusundaki arayışın kentsel ölçekteki yansımaları Cittaslow hareketini ortaya çıkarmıştır.

Cittaslow, günlük yaşamın hızının düşürülerek yaşamaktan zevk alınacak bir hızda yaşanmasını savunur ve bu fikrin başka yerelliklerde yeşermesi için uğraş verir.

Merkezi Orvieto’da (İtalya) bulunan Cittaslow hareketi, “İnsanların birbirleriyle iletişim kurabilecekleri, sosyalleşebilecekleri, kendine yeten, sürdürülebilir, el sanatlarına, doğasına, gelenek ve göreneklerine sahip çıkan ama aynı zamanda altyapı sorunları olmayan, yenilenebilir enerji kaynakları kullanan, teknolojinin kolaylıklarından yararlanan kentlerin gerçekçi bir alternatif olacağı hedefiyle yola çıkmıştır”.

 Yalnızca nüfusu 50.000’den küçük yerel yönetimlerin tam üye olabildiği Cittaslow ağı günümüzde 28 ülkede 192 üyeye sahiptir.

 Slow Food hareketinin mekansallaşması olarak da ifade edilebilecek olan Cittaslow hareketi, 50 hedef ve prensip üzerinden yeni üyelerini kabul etmeye devam ediyor.

 Ağın faaliyetlerinden birtanesi de Cittaslow kültürünü yayarken yerelde hayat kalitesini arttıracak uluslararası nirengi noktaları oluşturmaktır.

 Bu bağlamda Cittaslow hareketi;

 a)   Kentsel alandaki ortak yaşamı herkes için daha iyi hale getirmeye,

b) Şehirlerdeki yaşam kalitesini yükseltmeye,

 c) İnsan yerleşimlerinde homojenleşme ve küreselleşmenin tektipleştirici etkilerine direnmeye,

 d) Çevreyi korumaya,

 e) Kültürel çeşitlilik ve her kentin benzersizliğini savunmaya ve

 f) Daha sağlıklı yaşam biçimleri için ilham vermeye çabalar.

 2016 itibariyle Türkiye’de 11 Cittaslow üyesi bulunuyor.

 Ağa üye olan ilçeler şunlardır:

 Akyaka, Gökçeada, Halfeti, Perşembe, Şavşat, Seferihisar, Taraklı, Uzundere, Yalvaç, Vize ve Yenipazar.

 Cittaslow ağı üyesi olan şehirler uluslararası standartlara göre denetlendikten sonra kriterleri karşılamaları halinde Cittaslow’un planlı ekonomik küçülme hareketiyle birlikle paylaştığı logosu olan ‘Salyangoz Bayrağı’ dalgalandırma hakkına kavuşur.

 Türkiye’nin ilk Cittaslow’u olarak 2009’da ağa dahil olan Seferihisar’ın Belediye Başkanı Tunç Soyer, aynı zamanda Cittaslow ağının uluslararası başkan yardımcılığını da yürütüyor.

 GEÇİŞ ŞEHİRLERİ

 

İklim değişikliği ve diğer iktisadi krizler karşısında tabandan dayanıklılığı hedefleyen  sosyal ve ekolojik bir girişimdir.

 Geçiş inisiyatifleri, sosyo-ekolojik tehditler karşısında yerelden, yurttaş eğitimi temelli, çok paydaşlı planlama temelinde hareket eden ve yerel kapasiteyi arttırarak çözümü bu ölçekte arayan yöntemleriyle kendilerini diğer çevre ve sürdürülebilirlik gruplarından ayırırlar.

 Bu anlamda ağ oluşturma, doğal süreçleri destekleme ve zenginleştirme, iktisadi faaliyetleri çeşitlendirme, para-dışı ekonomiler oluşturma ve maddi olmayan yaşam kalitesi göstergelerini geliştirme gibi girişimler bu inisiyatiflerin ana faaliyetleri arasında yer alır.

  “Küçük güzeldir” (1973) isimli kitabıyla bilinen İngiliz iktisatçı E. F. Schumacher’in izinden yerel bir yaşam biçimini kutlayan bu hareket, küresel sistemlerdeki değişimler, dalgalanmalar ve şoklar karşısında daha yerele dayanan bir toplumsal örgütlenmeyi ve üretim-tüketim biçimini hayata geçirmeye çalışıyor.

 İlk örnekleri İngiltere’de görülen geçiş hareketi toplumsal bir hareket olarak 2005’ten beri büyümektedir.

 Günümüzde 50’den fazla ülkeye yayılan bu hareket yerelden başlayarak iklim değişikliği ve petrol üretim zirvesi gibi küresel soru, sorun, çelişki ve risklere cevap oluşturmayı hedefliyor.

 Bu anlamda geçiş şehirleri sosyal ve ekolojik sorunlara çözümlerini kitlesellikle üreten, karşılıklı yardım ve destek kültürünü temeline koyan ve ağ biçiminde üretim-tüketim döngüleri kuran sosyal, kültürel ve iktisadi bir sisteme işaret eder.

 Geçiş şehirleri yaklaşımının yeşil ekonomi, sürdürülebilir tüketim gibi yaklaşımlardan temel farkı sürdürülebilirlik yönünde değişimin piyasa veya devletten beklenmemesi gerektiği, bu değişimin yerelden geleceği yönündeki inancıdır.

 Bu sebeple de yerel yönetimlerde katılımcılık, yerel toplulukların özyönetimi ve yerel ekonomiler (alternatif para birimleri, takas ve dayanışma ekonomisi gibi) bu hareketin en önemli vurgu noktalarıdır.

 Geçiş hareketinin 7 temel boyutu şunlardır:

 1- Sağlıklı yerel topluluklar kurmak ve birlikte çalışmayı öğrenmek

2- Vizyon oluşturmak:

 Beraberce üretilecek bir gelecek hayal etmek

 3- Katılımcılık:

 Sempatizanlar ve olağan ortakların ötesinde geniş katılımcı  mekanizmalar kurmak

 4- Ağlar ve ortaklıklar:

Diğer ağlarla işbirlikleri kurmak

  5- Pratik projeler gerçekleştirmek:

 Başkalarına ilham vermek ve yeni altyapılar kurmak

 6- Ölçek yükseltmek:

 Başka yerlerdeki geçiş inisiyatifleriyle bağlanmak

 7- Gözden geçirmek ve kutlamak:

 Yapılanları hep birlikte değerlendirip; başarıları beraberce kutlamak.

 Hareketin kurucularından Ben Brangwyn’in dedikleri belki de geçiş şehirlerini en güzel biçimde özetliyor:

“Hükümetleri beklersek yarın çok geç olacak, bireyler olarak harekete geçersek muhtemelen eylemlerimiz çok ufak kalacak ama belki bugün topluluklar olarak harekete geçersek tamı tamına yeteriz.”

  MİTİGASYON

 

Gezegenimiz her geçen gün ısınıyor.

Modern cihazlarla sıcaklık ölçümünün başladığı 1880 yılından bu yana en sıcak 16 yıldan 15’i 21. yüzyıl içinde yaşandı.

 2015 yılı bugüne kadar kaydedilmiş en sıcak yıl olurken, sıcaklıklar 20. yüzyıl ortalamasının 0,9°C üzerindeydi.

 Günümüzde atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonu sanayi öncesi dönemdeki düzeyini %40 (yaklaşık 280 ppm) oranında aşarak 400 ppm’in üzerine çıktı.

  İklim değişikliğiyle mücadele için emisyonların azaltılması ve nihayetinde sıfırlandırılması gerekirken, yıllık küresel emisyonlarda çarpıcı bir artış gözleniyor.

Sanayi devriminden bu yana atmosfere bırakılan toplam insan kaynaklı seragazı emisyonlarının %40’ı, son 40 yıl içerisinde gerçekleşti.

 2015’te imzalanan Paris Anlaşması’nın altına imza atan ülkeler, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden korunmak için sıcaklıklardaki artışın 2°C’nin altında, tercihen 1,5°C eşiğinde sınırlandırılması hedefini kabul ettiler.

 Bunun için belli bir karbon bütçesini aşmamamız gerekiyor.

 Analizlere göre mevcut karbondioksit emisyonları ile 2°C hedefi için karbon bütçesini 20 yıl, 1,5°C hedefi altındaki karbon bütçesini ise sadece 5 yıl içerisinde aşacağız.

 Bilim insanları, her iki hedef için de 2020 yılı öncesinde emisyonlarda düşüş trendinin başlaması gerektiğini belirtiyor.5

 Mitigasyon (azaltım) kavramı, tam da bu noktada devreye giriyor.

 

Mitigasyon, iklim değişikliği bağlamında, seragazı kaynaklarını azaltmayı ya da karbon yutaklarını artırmayı amaçlayan insan kaynaklı müdahaleleri ifade ediyor.

 Küresel seragazı emisyonlarının %76’sı sanayi, ulaşım, binalar, elektrik ve ısı üretimi sektörlerinden kaynaklanıyor.

 Veriler, 2000- 2010 yılları arasındaki emisyon artışının %88’inin bu sektörlerden kaynaklandığını gösteriyor.

Dolayısıyla bu alanlardaki mitigasyon çalışmaları kilit önem taşıyor.

 Bilimin işaret ettiği mitigasyon seviyesinin yakalanması, çok boyutlu bir yaklaşımı gerektiriyor.

 İklim değişikliği küresel bir sorun.

 Çözüm de, küresel ölçekte ortak hareket etme becerisine dayanıyor.

 İklim değişikliğine ilişkin sorumluluk ve yükümlülüklerin adil paylaşımı, küresel çabaların etkinliği için en önemli şartlardan birisi.

 Bunun yanı sıra, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin ortaya koyduğu üzere, mitigasyonun iklim değişikliğinin etkilerine uyumu da içeren geniş bir çerçevede ele alınması gerekiyor.

 Türkiye’nin seragazı emisyon trendleri de, dünyadaki ortalama eğilimler ile paralellik gösteriyor.

  1990-2014 arasında yılında emisyonlarda %125 oranında artış görüldü.

 Emisyonların %72,5‘i enerji sektörü, %13,4‘ü ise endüstriyel işlemler ve ürün kullanımından kaynaklanırken, 1990 - 2014 dönemindeki emisyon artışının %80’i enerji sektöründen kaynaklandı.

 Veriler, 1990-2014 yılları arasında Türkiye’de yutak alan kapasitesinin 30 mtCO2e (karbondioksit eşdeğeri) seviyesinde arttığını gösteriyor.

 

1990-2014 döneminde toplam 8 milyar ton CO2e atmosfere bırakılırken, yutak alanlarının bunun sadece 1 milyar tonunu tutacak kapasitede kalması, mitigasyon için enerji sektörü başta olmak üzere sektörel emisyon azaltımı çalışmalarının kilit öneme sahip olduğunu ortaya koyuyor.

 Türkiye’nin mitigasyon alanında adil payını yerine getirmesi için emisyonlarda 2020 yılından itibaren düşüş trendini başlatması, 2030 yılında 2010 yılındaki seviyeye geri dönmesi gerekiyor.

 

  YAVAŞ ŞEHİRLER   Cittaslow hareketi 1999 yılında İtalya’nın Toskana bölgesindeki Greve in Chianti’nin eski belediye başkanı Paolo Satu...